Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Gezip Görülecek yer; MEKKE

   MEKKE Ruhunuzun arşa açılan kapısı. Gün gelir iç âleminizde hayal dahi edemeyeceğiniz devinimler, derinlikler, bir iç huzur yaşamak isterseniz; gidilecek yerin adıdır Mekke. Hz. Muhammed (sav)'in, “Allah’ın arzında, Allah’a ve bana en değerli yer sensin ve eğer kavmim beni kovmasaydı, seni hiçbir zaman terk etmezdim,” dediği şehirdir Mekke. Eğer yolunuz Mekke’ye düşerse mutlaka gitmeniz gereken yerler: Mescid-i Haram Şehre girdiğinizde sizi çölün yakıcı sıcağı karşılar önce. Havada metalik, acımsı bir koku eşlik eder sıcağa. Geldiğiniz saat kaç olursa olsun zaman aynı zamandır. Akıp gitmez, gitse de fark edilmez, zaman kavramının kalmadığı, gece ve gündüzün hem dem olduğu bir yerdir Mekke. Havadaki ağır koku ve sıcaklık sizi şaşırtmasın. Çünkü; ilk durağınız olan Mescid-i Haram, hayatınızda hiç koklamadığınız ferah bir koku, huzurlu bir ortam, anın tadına varacağınız, anın içinde varlığın hazzını yaşayacağınız tavaf ibadeti için sizi bekliyor. Sizi, bulunduğun...
En son yayınlar

Antika İskemleler

Antika İskemleler   ANTİKA İSKEMLELER Hatırlar mısınız? Eskiden, oturduğunuz mahalleye biri gelip adres sorsa, adresi tarif etmek yerine,   kişiyi alır sorduğu adrese kadar götürürdük. Hem herkes birbirini tanır hem gelen yabancı zorluk çekmesin diye uğraşılırdı. Tabi adres sorulduğu anda içilen çaydan, yenilen pastadan mutlaka ikram edilir hatta ısrar edilirdi. Yanımızdan bir ambulans geçse tanımadığımız hasta için dua etmeye başlar, şifalar dilerdik. Günler geçti; dünya ile birlikte bizler de büyüdük. Globalleşen dünya düzeninde birçok değerlerimizi yitirdik. Çok değiştik. Bir firmada genel müdür olarak görev yapan değerli bir girişimcinin” İKNACI”   adlı kitabını baskıya girmeden önce okuma fırsatı yakaladım. Kitapta denk geldiğim bir hikâye ilk bakışta ikna ile alakası yok gibi gözükse de usta bir dokunuşla konunun özüne bağlanmış. Ama ben “Antika İskemleler” hikâyesini okuduğum zaman kaybettiğimiz ve her geçen gün daha çok hasret çektiğimiz değer yargılarımız...

GİDENLERİN KALEMİNDEN

HASRET ÇEKTİĞİME En çok geride kalanlar, “ah, vah!’” eder Oysa en büyük hasreti gidenler çeker.   Hasret çektiğime, Günleri saymıyorum artık, ayları sayıyorum; yılları saymaktan korkuyorum. Yalnızlığı solukladığım her gece, hasretin damla damla düşüyor yüreğime. Anılara sarılıyorum yokluğunda. Islanan yastıklar sen kokmuyor, geçmek bilmeyen zaman sende son bulmuyor. Dayanamıyorum. Hayat, sensiz hep bir eksik, bir yarım kalmışlık. Hayat, sensiz tarifi yapılamamış yalnızlık. Hasretin içimde bir dağ gibi. Gün be gün büyüyen asırlık ağaç gibi. Kök saldı yüreğime.   Ne günler geçiyor saymakla ne de içimi yakan hasret hafifliyor.   Ah! Bir de bitmek bilmeyen geceler var; ayrılığın en ağır silahı. Gözlerimi kapatmaya korktuğum gece karanlığı. Karanlıktan korkmuyorum; karanlığın hayallerimi çalmasından korkuyorum. Hayalin var gözlerimin önünde, hayalini canlı tutan anılarım var. Karanlık çökünce yüreğime, gözlerim kapanınca birer birer, hayalini alıp gid...

GİDENLERİN ARDINDAN

HASRETİN ADI: SEN Mevsimlerden hüzün, Günlerden sensizliğin ertesi, Havada hafif bir çilek kokusu… Bahar sanki sen kokuyor, seni solukluyor. Esen ılık rüzgar senin kokunu getiriyor. Yokluğunda günleri sayıyorum, her bir güne, binlerce hece, hasret yüklüyorum. Sen yokken biraz umut biriktirdim geleceğe dair, biraz da hüzün; koca bir sessizlik… Sen yokken rüzgarlara söz verdim;   kokunu unutmamak için. Esen rüzgarlarla, her nefeste, seni içime çekmek için. Kuşlara söz verdim, bizim şarkımızı birlikte söyleyeceğimiz günü beklemek için. Seninle başladı her şey; hayatı seninle yudumladım, içimdeki kuşlar özgürlüğün tadını seninle yakaladılar. Gece mehtabım oldun yolumu aydınlatan, gündüz güneşim oldun içimi ısıtan. Bir “iz” oldun benliğime, ben nereye gitsem benimle var olan. Şimdi sensizliği solukluyor benliğim, kuşlarımın kanatları kırıldı. Uçmak için çırpınışları nafile, sonuç vermiyor. Gecenin karanlığında, kuşlarımın kanatlarında yıldızları topluyorum birer birer...

HAYATINIZA GİREN GÜZEL İNSANLARI UNUTMAYIN!

  BİR ŞEHRE, BİR ÖĞRETMEN GELİR… Çok uzun yıllar önceydi. Henüz arkadaşlık, dostluk, komşuluk ilişkilerinin kişisel çıkarlara kurban edilmediği yıllardı. Komşuda pişen birlikte yenir, kokusu gelmiştir diyerek bir tabak yemekle komşularımız kapımızı çalınca memnuniyetle ikramı kabul ederdik. Çünkü hem apartmanımızda hem de mahallede oturan yakın uzak birçok komşuyu tanırdık. Bir bardak şeker, yoğurt mayalamak için bir kaşık yoğurt, tuz… Aklınıza ne gelirse, evde ne eksikse, sonra ödenmek üzere, komşunun kapısı çalınır, önce ona sorulurdu. Havada görülen uçakla uzaktaki sevdiklerimize selam yollandığı yıllardı. Avazımızın  çıktığı kadar bağırırdık; ” Uçakkkkk, askerdeki abime selam söyle! Gelin olan ablama selam söyle!” Herkesin gönderecek bir selamı vardı elbette. Mutluluğun sosyal medyada yaşanmadığı gönül gözümüzün henüz kirlenmediği yıllardı. Eti senin kemiği benim diyerek çocuklarımızı gönül rahatlığı ile emanet ettiğimiz ö ğretmenler hak ettiği değeri yitirmemişti...

HER ÇOCUK, ANNESİ İÇİN VAZGEÇİLMEZDİR

           ÇOCUKLAR NEREDE? Sokakta, hiç çocuk sesi yoktu; İn cin top oynuyordu. “Simitçiiii!” diye bağırdı satıcı Evlerin balkonlarına baktı, Bir de elindeki simitlere Anlaşıldı simit satamayacaktı. Baloncu amca da balon satmıyordu artık, Pamuk şekeri satan, çoktan bırakmıştı şeker yapmayı… Üçü bir araya geldiler, Gelen geçene sual ettiler, Arzuhal eylediler. Kimi tersledi, “Bana ne be adam, git işine, haydi!” Kimisi kaçıp gitti, öyle ya devir, fitne devriydi. Alimallah! Başına bir şey gelse ondan bilinirdi. Bizim üç kafadara kimse cevap vermedi. Bir sokak başında durdular, Bir umudu dinler gibi beklediler…   Beklediler… Yine de çocuk sesi gelmedi. Yaşlı bir amca gördüler, Koşup, yanına gittiler. “Bu halin aslı nedir? Durum nedir?” dediler Yaşlı amca cevap verdi, Korkak, ürkek sesi titrerdi, Çocukların yerini söyledi. Sevindiler, koşup tarif edilen yere geldiler Simitçi amca bağırdı, "simitciiii...

NELER ÇEKTİĞİMİ, NEREDEN BİLECEKSİNİZ?

  VİCDANIM NEREDESİN? Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz! Dilindeki bu satırlar yüreğini yakarken, elleri paltosunun cebinde, başı yerde yürüyordu. Hava soğuktu, belki de değildi de O üşüyordu. Elleri terlemiş miydi, yoksa yıkadıktan sonra kurulamamış mıydı? Ama evden çıkmadan yıkamıştı. Uzun zamandır yürüyordu. Çoktan kurumuş olmalıydı. Soğuktu, üşümüyordu, elleri terliyordu. Kimse Onun ne çektiğini bilmiyordu. İhanetin bedeli bu muydu? Yoruldum, çok yoruldum. Siz benim neler çektiğimi, Nereden bileceksiniz Bir şarkı duydu, dilinde dolanan cümleye ait. Sesin geldiği yeri aradı gözleriyle. Kim söylüyordu? Yakında bir yerlerde cafe mi vardı ya da eğlence merkezi? Oradan geliyor olmalıydı ses. Bakındı. Fakat önünde uzayıp giden yol boyunca bir kaç bahçeli ev dışında bina yoktu. " Evlerden birinden geliyor olabilir mi bu ses?" diye düşündü. Geride kalan evin bahçe duvarının önüne geldi, dinledi. Ses seda yoktu. Yürümeye devam etti. Yürürken ses...