Ana içeriğe atla

NELER ÇEKTİĞİMİ, NEREDEN BİLECEKSİNİZ?



 


VİCDANIM NEREDESİN?

Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz!
Dilindeki bu satırlar yüreğini yakarken, elleri paltosunun cebinde, başı yerde yürüyordu. Hava soğuktu, belki de değildi de O üşüyordu. Elleri terlemiş miydi, yoksa yıkadıktan sonra kurulamamış mıydı? Ama evden çıkmadan yıkamıştı. Uzun zamandır yürüyordu. Çoktan kurumuş olmalıydı. Soğuktu, üşümüyordu, elleri terliyordu. Kimse Onun ne çektiğini bilmiyordu. İhanetin bedeli bu muydu?
Yoruldum, çok yoruldum.
Siz benim neler çektiğimi,
Nereden bileceksiniz
Bir şarkı duydu, dilinde dolanan cümleye ait. Sesin geldiği yeri aradı gözleriyle. Kim söylüyordu? Yakında bir yerlerde cafe mi vardı ya da eğlence merkezi? Oradan geliyor olmalıydı ses. Bakındı. Fakat önünde uzayıp giden yol boyunca bir kaç bahçeli ev dışında bina yoktu. " Evlerden birinden geliyor olabilir mi bu ses?" diye düşündü. Geride kalan evin bahçe duvarının önüne geldi, dinledi. Ses seda yoktu. Yürümeye devam etti. Yürürken sesin geldiği yeri bulmaya çalıştı ama nafile. Yanı başında çalıyor gibiydi, bulamıyordu. Durdu, bir duvar dibinde. Başını ellerinin arasına aldı. Yere çömeldi. Sesi yeniden duydu. Dinledi. Dinledi. Neden sonra fark etti. Ses kendi içinde yankılanıyordu. Vicdanı şaha kalkmış haykırıyordu.
Yoruldum, çok yoruldum
Siz benim neler çektiğimi
Nereden bileceksiniz
"Evet" dedi. "Evet. Kim bilecek benim ne çektiğimi? Bir ben bilirim dört duvar arasında, soğuk betonlarda kıvrandığım geceleri."
Hızla ayağa kalktı. Gitmekten vazgeçti. Evine dönmek için yolları adımlamaya başladı. Zaten nereye gittiğini de hatırlamıyordu artık. Evden niye çıktığını da.
Evden çıktığında sabahın erken saatleriydi. Şimdi vakit ikindiye yaklaşıyordu. Bu kadar zaman yürümüş müydü? Hiç fark etmemişti. Şimdi yolları olanca hızıyla arşınlamasına rağmen bir türlü evinin sokağına yaklaşamamıştı. Kestirme yollar aradı. Bir an önce eve gitmek için bir sokağa saptı.  Sapmaz olaydı. Bu sefer duyduğu ses beyninde yankılandı.
" Babaaaa! Babamı istiyorum. Ne yaptı babam size? Kimseye bir zararı olmadı ki bu güne kadar. Çok iyi kalplidir benim babam. Anne, babam ne zaman gelecek?”
 Hıçkırıklara boğulan çocuğu teskin etmeye çalışan annenin feryadı arşa kadar çıkıyordu. " Bu yaştan sonra başkalarına muhtaç eden, baba evinde sığıntı gibi yaşamak zorunda bırakanların da Allah belasını versin! Yükü sadece kendi aileme bırakan eşimin olmaz olası ailesinin de Allah belasını versin! Evimden, eşimden aşımdan mahrum bırakanın da ..."
Gözünden süzülen damlalar çocuğa acıdığı için mi yoksa kadının bedduasında kendini bulduğu için korkudan mı bilemedi. Bildiği bir tek şey vardı. Bu çocuk ve annesi kendi yüzünden ağlıyor olamazlardı. En azından bu aileyi ağlatan kendisi değildi. Bundan emindi. Bir an önce oradan ayrılmalıydı.
Vicdanının sesini yeniden şaha kaldırdı, Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz?”
Zihni oyunlar oynuyordu izinsiz, fütursuz. Kah bir çocuk çığlığı yankılanıyordu zihninin derinliklerinde " Baba, götürmeyin babamı! Babam size ne yaptı?"
 Kah bir mahzun eşin arşı titreten duası, kah eli kelepçeli şaşkın biri bakıyordu acıyarak." Oldu mu abi? Yakıştı mı sana? Ben kendi halindeydim, ekmeğimin peşindeydim.”
Zihnine hücum eden onca sureti kovmak için koşmaya başladı. Bir an önce evine varmalıydı. Sanki evine girince bütün sesler kesilecekti. Koştu. Daha hızlı koştu. Dalağı şişene kadar, acıdan durana kadar koştu. O koştukça sesler daha da gürleşti." Ben ne yaptım? Peki ya ben? Beni neden yaktın abi? Babamı tanıyor musun? Bizi dağıttın. Ocağımı söndürdün..."
"Yeterrrrr!"  diye bağırdı susturmak için zihnindeki sesleri. Vicdanına seslendi. "Söylesene, söyle! Benim ne çektiğimi bilmiyorlar. Ben nereden bilebilirdim böyle olacağını? Ben de düştüm hücreye?"
Eve vardığında kan ter içinde kaldı. Hava soğuktu. Kış ayazında yaz sıcağında kavrulmuş gibi sırılsıklamdı. Uyusa unutur muydu? Yatsa uyur muydu? Uyusa, kabus görmeden uyanır mıydı? Uyumadan bir köşeye kıvrılsam, küçülsem küçülsem yok olsam, yokluğa karışsam. Hayatı dondursam ya da yaşananları dondursam. Bu seslerden kurtulsam. Vicdanım neredesin? Haydi al sazı eline, yeniden aynı şarkıyı söyle.
Siz benim ne çektiğimi nereden bileceksiniz.

Yorumlar

  1. Bugunun toplumun Yanı başında yaşanan bu dramlar travmalar o kadar büyük ve derin ki.. Doğru nerden bilecekler gamsız insanlar.

    YanıtlaSil
  2. Kaleminize sağlık üstad takipçiyiz devamini bekliyoruz . Umarım yakın zamanda romanınız okurlarınızla buluşur. Esenlikler dilerim sağlıkla kalın .

    YanıtlaSil
  3. Tek kelimeyle harika.... Yaşananları çok güzel anlamışsınız.....

    YanıtlaSil
  4. yazılarınızı ilgiyle okuyorum devamını bekliyorum

    YanıtlaSil
  5. Çaresizlik içinde olmak insani duyguların en korkunç olanıdır. Allah kimseyi çaresiz bırakmasın...
    YouTube kanalımız..
    https://www.youtube.com/channel/UCsluh_7MVNjHESZmjQSNkEg?view_as=subscriber

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİDENLERİN ARDINDAN

HASRETİN ADI: SEN Mevsimlerden hüzün, Günlerden sensizliğin ertesi, Havada hafif bir çilek kokusu… Bahar sanki sen kokuyor, seni solukluyor. Esen ılık rüzgar senin kokunu getiriyor. Yokluğunda günleri sayıyorum, her bir güne, binlerce hece, hasret yüklüyorum. Sen yokken biraz umut biriktirdim geleceğe dair, biraz da hüzün; koca bir sessizlik… Sen yokken rüzgarlara söz verdim;   kokunu unutmamak için. Esen rüzgarlarla, her nefeste, seni içime çekmek için. Kuşlara söz verdim, bizim şarkımızı birlikte söyleyeceğimiz günü beklemek için. Seninle başladı her şey; hayatı seninle yudumladım, içimdeki kuşlar özgürlüğün tadını seninle yakaladılar. Gece mehtabım oldun yolumu aydınlatan, gündüz güneşim oldun içimi ısıtan. Bir “iz” oldun benliğime, ben nereye gitsem benimle var olan. Şimdi sensizliği solukluyor benliğim, kuşlarımın kanatları kırıldı. Uçmak için çırpınışları nafile, sonuç vermiyor. Gecenin karanlığında, kuşlarımın kanatlarında yıldızları topluyorum birer birer...

Antika İskemleler

Antika İskemleler   ANTİKA İSKEMLELER Hatırlar mısınız? Eskiden, oturduğunuz mahalleye biri gelip adres sorsa, adresi tarif etmek yerine,   kişiyi alır sorduğu adrese kadar götürürdük. Hem herkes birbirini tanır hem gelen yabancı zorluk çekmesin diye uğraşılırdı. Tabi adres sorulduğu anda içilen çaydan, yenilen pastadan mutlaka ikram edilir hatta ısrar edilirdi. Yanımızdan bir ambulans geçse tanımadığımız hasta için dua etmeye başlar, şifalar dilerdik. Günler geçti; dünya ile birlikte bizler de büyüdük. Globalleşen dünya düzeninde birçok değerlerimizi yitirdik. Çok değiştik. Bir firmada genel müdür olarak görev yapan değerli bir girişimcinin” İKNACI”   adlı kitabını baskıya girmeden önce okuma fırsatı yakaladım. Kitapta denk geldiğim bir hikâye ilk bakışta ikna ile alakası yok gibi gözükse de usta bir dokunuşla konunun özüne bağlanmış. Ama ben “Antika İskemleler” hikâyesini okuduğum zaman kaybettiğimiz ve her geçen gün daha çok hasret çektiğimiz değer yargılarımız...