Ana içeriğe atla

Antika İskemleler

Klasik iskemlenin kralı Thonet
Antika İskemleler

 

ANTİKA İSKEMLELER


Hatırlar mısınız? Eskiden, oturduğunuz mahalleye biri gelip adres sorsa, adresi tarif etmek yerine,  kişiyi alır sorduğu adrese kadar götürürdük. Hem herkes birbirini tanır hem gelen yabancı zorluk çekmesin diye uğraşılırdı. Tabi adres sorulduğu anda içilen çaydan, yenilen pastadan mutlaka ikram edilir hatta ısrar edilirdi.

Yanımızdan bir ambulans geçse tanımadığımız hasta için dua etmeye başlar, şifalar dilerdik.

Günler geçti; dünya ile birlikte bizler de büyüdük. Globalleşen dünya düzeninde birçok değerlerimizi yitirdik. Çok değiştik.

Bir firmada genel müdür olarak görev yapan değerli bir girişimcinin” İKNACI”  adlı kitabını baskıya girmeden önce okuma fırsatı yakaladım. Kitapta denk geldiğim bir hikâye ilk bakışta ikna ile alakası yok gibi gözükse de usta bir dokunuşla konunun özüne bağlanmış. Ama ben “Antika İskemleler” hikâyesini okuduğum zaman kaybettiğimiz ve her geçen gün daha çok hasret çektiğimiz değer yargılarımıza ne kadar uzak olduğumuzu bir kez daha anladım.

Bizler, bize ait olan bütün güzellikleri, iyilik yapmak adına, farkında olmadan,  yaktık; yok ettik. Bir nesil, iyilik süzgecinden süzülüp nasıl bu hale geldi, sürekli çatışma yaşadığı eski kuşakla ortak bir noktada niçin buluşamadı? Çünkü; büyüyüp, gelişirken sevgiyi de iyiliği de güzelliği de geçmişte bıraktık.  Bizler büyürken, kendimizle beraber, bu kutsal değerleri büyütüp bu güne taşıyamadık. Kendi çıkarları için uykusuz kalan bir nesil, tabiri caizse, “üttüğünü” zannettiği insanların iyilikleri altında ezilirken kendi yüreklerinden çıkan sesi duymak istemiyor.


Antika meraklısı genç adam,  Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşıp gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış, kıyamet demeden yaptığı seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamıştı. Fakat bu seferki hepsinden çok farklıydı

Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmişti. Yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar onu bulup kulübesine davet etti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken, ‘‘Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım,” dedi. “Meğer seni bulmak için iyileşmişim.’’

Diz boyu kar içinde güçlükle yürüyerek kulübeye geldiler. Antikacının beyaz görmekten donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafında duran iskemleler, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Soğuktan donmak üzere olan vücudu bir an da ısındı, patlıcan moru suratını ateşler kapladı.

Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken, ‘‘Odun olmadığı için soba yakamadım evlâdım,” dedi. “Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.’’

Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamadı. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Meselâ, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?

Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırırken arada bir dalsa da rüzgârın sesiyle uyanıp kaldığı yerden devam ediyordu. Bir ara yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etti. Isınan vücudu ve uykunun ağırlığı ile ihtiyar adamın çıkardığı seslerin sebebini merak bile edemedi.

Gözlerini açtığında, kuzine üzerinde pişen yemeği gördü. Yattığı yerden etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı. “Aman Allah’ım!” dedi.  Antikalardan hiçbiri ortada yoktu.

İhtiyar adam, uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere mi kaldırmıştı? Yoksa tanımadığı bir adamın antikaları alıp, kayıplara karışmasından mı korkmuştu?

Sakin görünmeye çalışarak ,‘‘İliğim, kemiğim ısınmış,” dedi. “Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.’’

Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken ‘‘İskemle dediğin dünya malı be evlâdım,” dedi ve ekledi.

“Biz misafirimizi üşütür müyüz?’’

 


Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı emeğine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Eline ve emeğine sağlık..

    YanıtlaSil
  3. Antikacı kahrından ötelere gitmemiştir inşallah :)

    YanıtlaSil
  4. Bu akilla olmayacağı ne malum

    YanıtlaSil
  5. Yaaa yaşlı adam ne kadar düşünceli misafirperver. Ama bi ara içim de gitmedi değil iskemlelere😊

    YanıtlaSil
  6. Valla ben başta odun yok diyince yazık oldu iskembelere diye içimden geçirdim . Ve hazin son gerçekleşti güzel bir hikaye insani duyguları öne çıkarıyor teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir çok değerlerimiz de o sehpalar gibi yandı gitti

      Sil
  7. Maalesef... eski değerlerimizden çok az şey kaldı. Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELER ÇEKTİĞİMİ, NEREDEN BİLECEKSİNİZ?

  VİCDANIM NEREDESİN? Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz! Dilindeki bu satırlar yüreğini yakarken, elleri paltosunun cebinde, başı yerde yürüyordu. Hava soğuktu, belki de değildi de O üşüyordu. Elleri terlemiş miydi, yoksa yıkadıktan sonra kurulamamış mıydı? Ama evden çıkmadan yıkamıştı. Uzun zamandır yürüyordu. Çoktan kurumuş olmalıydı. Soğuktu, üşümüyordu, elleri terliyordu. Kimse Onun ne çektiğini bilmiyordu. İhanetin bedeli bu muydu? Yoruldum, çok yoruldum. Siz benim neler çektiğimi, Nereden bileceksiniz Bir şarkı duydu, dilinde dolanan cümleye ait. Sesin geldiği yeri aradı gözleriyle. Kim söylüyordu? Yakında bir yerlerde cafe mi vardı ya da eğlence merkezi? Oradan geliyor olmalıydı ses. Bakındı. Fakat önünde uzayıp giden yol boyunca bir kaç bahçeli ev dışında bina yoktu. " Evlerden birinden geliyor olabilir mi bu ses?" diye düşündü. Geride kalan evin bahçe duvarının önüne geldi, dinledi. Ses seda yoktu. Yürümeye devam etti. Yürürken ses...

GİDENLERİN ARDINDAN

HASRETİN ADI: SEN Mevsimlerden hüzün, Günlerden sensizliğin ertesi, Havada hafif bir çilek kokusu… Bahar sanki sen kokuyor, seni solukluyor. Esen ılık rüzgar senin kokunu getiriyor. Yokluğunda günleri sayıyorum, her bir güne, binlerce hece, hasret yüklüyorum. Sen yokken biraz umut biriktirdim geleceğe dair, biraz da hüzün; koca bir sessizlik… Sen yokken rüzgarlara söz verdim;   kokunu unutmamak için. Esen rüzgarlarla, her nefeste, seni içime çekmek için. Kuşlara söz verdim, bizim şarkımızı birlikte söyleyeceğimiz günü beklemek için. Seninle başladı her şey; hayatı seninle yudumladım, içimdeki kuşlar özgürlüğün tadını seninle yakaladılar. Gece mehtabım oldun yolumu aydınlatan, gündüz güneşim oldun içimi ısıtan. Bir “iz” oldun benliğime, ben nereye gitsem benimle var olan. Şimdi sensizliği solukluyor benliğim, kuşlarımın kanatları kırıldı. Uçmak için çırpınışları nafile, sonuç vermiyor. Gecenin karanlığında, kuşlarımın kanatlarında yıldızları topluyorum birer birer...