Bu gün çok önemli bir gün.
Heyecanla beklerken masamdaki telefon çalıyor; sekreter, “ Efendim biraz sonra çıkacaksınız,
korumalar hazır, sizi almaya geliyor,” deyince telefonu kapatıp hızlıca son
hazırlıklarımı yapıyorum. Uzun süredir bu konumdayım ama ilk randevuma gidiyorum.
İyi görünmeli, bu anın tadını çıkarmalıyım.
Korumalar eşliğinde binadan çıkıyorum. Bütün korumalar çok
dikkatli, küçük uyarılarla bana yön vermeye çalışıyorlar. “Dikkat edin, sağa
sola bakmadan çabuk ilerleyin, konuşmayın….” Benim için bu kadar korumaya gerek
var mı?” diye düşünürken binadan bir iki
kişinin daha çıktığını fark ediyorum. Sonuçta birçok önemli kişiye ev sahipliği
yapıyor bina bu durum gayet normal. Binadan çıkmadan önce görevlilerden biri
adımı sorup elindeki listeden kontrol ediyor. X ray cihazından geçtikten sonra
bileğime bir takip cihazı takılıyor. Hiçbir şekilde beni kaybetmeyi, benimle
olan temasın kesilmesini, benden uzaklaşmayı göze alamazlar. Kendimi önemli
hatta vazgeçilmez hissediyorum o an da. Görevli cihazın ayarlamalarını yapıp
sinyal gücünü artırıyor. Mutluluğu, içimdeki öz güven patlamasını, gururumun
nasıl okşandığını anlatamam.
Korumalar eşliğinde biniyorum araca. Kurşungeçirmez araçta
sadece ben varım. Binadan ayrılan diğer kişiler başka araçlara bindirildiler
sanırım. Korumalardan biri şoförün yanına oturuyor. Araç, oldukça özel bir
araç. Oturduğum an da kapı kapanınca fark ediyorum; şoförle aramızda bir kapak
var, şoförü görmem ya da duymam mümkün değil, dışarı ile olan tüm bağlantım
küçük bir pencereden ibaret. Üzerime örtülen kapı ile araç kapısı arasında
küçük bir koridor oluşuyor. Diğer korumalar buraya bindiler. Araç sinyal kesiciler ile donatılmış.
Herhangi bir terör saldırısını önlemek için bütün önlemler alınmış. Bulunduğum
konumun önemi düşünülürse az bile bunca tedbir. Beni yol boyu takip edebilmek
için bulunduğum bölmeye bir kamera yerleştirilmiş. Her halim gözetim ve koruma altında.
Oturduğum bölümde iki sıra koltuklar var. Uzansam,
ayaklarımı uzatsam, yayılarak otursam fark etmez. Bana özel, benim için dizayn
edilmiş. Bu ilk resmi ziyaretim, ilk randevum. Heyecan, mutluluk, içimdeki haz,
onurumun bu denli okşanması… Gözümden süzülen damlalara engel olamıyorum.
Emeklerim, gayretim, çabalarımın karşılığı bu olsa gerek.
Resmi kuruma geldik. Korumalar etten duvar örmüşler. Binaya
arka kapıdan giriş yapıyoruz. Sürekli sesler yükseliyor. “Bu taraftan gelin
efendim. Sakın kimseyle temasa geçmeyin,” Görüşme öncesi özel bir odaya
alınıyorum. Halktan birinin bir bakış, bir söz, bir hareketi ile gördüğüm bunca
ilgi ve alakayla incelen ruhum incinebilir. Aynı etten duvarlar eşliğinde
görüşme odasına alınıyorum. Koridor boyunca görüşme için bekleyenler bana bakıp
kendi aralarında fısıldaşıyorlar. Haklılar tabi. Kim bilir kaç saattir
bekliyorlar bir görüşme için. Onlar beklerken onlardan önce görüşme odasına
giren kim?
Görüşme odasına iki koruma ve bir görevli ile birlikte
giriyorum. Korumalardan biri, konumumu belirtiyor hemen. Görüşme için beni
bekleyen kişi bunun önemli olmadığını söylüyor. Nasıl yani? Bunca tedbir, ilgi,
alaka boşuna mı? Ne sanıyor kendini? Göreve başlamadan yaptığı yemini
hatırlatıyor,” her birey özel olmalı” diye ekliyor. Haklı aslında.
Görüşme sonrası birkaç evrak veriyor, imzalanması gereken. Odadan
çıkıyorum, heyecandan kalbim duracak gibi. Derince bir nefes almaya çalışıyorum
ama nefesimi ne almaya ne vermeye gücüm yetmiyor. Kendimi toparlamalıyım yoksa
korumalar panikleyecek. Zaten ne olduğunu anlamaya çalışıyor, oradan oraya
koşturuyorlar. Evrakları imzalatıp aynı güvenlik tedbirleri eşliğinde
dönüyorum. Normal zamanda böyle bir
görüşme için günler öncesinden randevu alıp, saatlerce, görüş öncesi koridorda ayakta, sandalyede
tıkış tıkış insan kuyruğunda beklemek gerekirdi. Sonrasında imzalanacak evraklar için mesai
saati dolar ertesi gün aynı çile yeniden çekilirdi. Oysa bu gün yıldırım hızında
ilerledi işler. Ne demişler “ Ye kürküm, ye!”
Ne yaptım Ben?
Koğuşun megafonundan yükselen sesle hareketlerim hızlanıyor,
bekletirsem kızarlar. “ Hastaneye gidecek olanlar, hemen hazırlanın, beş
dakikaya çıkıyorsunuz!”
X- ray cihazından geçip, kimlik bilgilerimi soran askere
cevap verirken başka bir asker bileklerime kelepçe takıyor. Metal kelepçeyi bileklerimde hissedince
yüreğim kabına sığmıyor. Ağlıyorum ama
nefesim çıkmıyor, sesim duyulmuyor. Asker niçin ağladığımı soruyor; bir zaman
kalem tutan ellere bu kelepçe de ne? Anlamıyor.
Cezaevi aracına bindiriliyoruz. Demir kapı üzerime örtülüp
bir de kilit sesini duyunca yavaşça oturuyorum. Bulunduğum bölmede küçücük bir
pencere, dışarıda hayat devam ediyor her ne kadar benim için bitmiş olsa bile…
Kelepçelerin soğukluğunu hissettikçe kalbimin bir kuş misali
çırpınışları canımı yakıyor. İlk kez takılan kelepçe boynuma takılmış bir
iftiranın simgesi gibi, boğuyor beni.
Dualar eşliğinde ağlıyorum. Ne geçtiğim yolları merak ediyorum, ne
yeşili görmek istiyorum.
Hastaneye morg kısmından giriş yapıyoruz. Sürekli uyarılar
yapılıyor,” Bakma, yürü, bu tarafa geç!” Hastanenin nezarethanesine
getiriliyoruz. Diğer mahkumların hepsi erkek olunca beni komutanların odasına
alıyorlar. Bayan gardiyanlardan biri de gelmiş. O hangi araçla geldi
bilmiyorum. Komutanların anlam veremediğim bakışları altında askerlerin giriş
işlemlerini yapmasını bekliyorum. Beklerken de ağlıyorum; bir film sahnesinden kare olarak bile
zihnimde yer etmeyecek bu anı ömrüm boyunca unutamayacağımı, her hastaneye
gelişimde hatırlayacağımı biliyorum.
Nezarethaneden doktorum muayene odasına giderken bir yanımda
gardiyan bir yanımda asker önümde arkamda yürüyen askerler, doktor sırası
bekleyen hastaların “cık cık “ sesleri.
Kiminden yükselen “oh olsun!” deyişleri. Neden “oh olsun! “ Ne yaptım
ben? Ülkeme hizmet etmek, iyilik yarışında öne geçmek dışında, ne yaptım?
Doktorun odasına iki asker ve gardiyanla girip, şikayetlerimi
anlatırken gardiyan tutukluluk sebebimi ima etmeye çalışıyor. Doktorun tutumu
net: “ Bizim için bütün hastalar eşittir. Mevki, mertebe, mahkum fark etmez.” Minnettar
gözlerle bakıyorum doktora. Gayet dikkatli dinliyor beni. Hala ellerim
kelepçeli. Kan tahlili için odasından çıkınca ağlama krizine giriyorum, mide
bulantısı, öğürme artınca odasından çıkıp geliyor doktor, sakinleştirme
öneriyor. Bir yatağa kelepçeli yatamam, hemen kendimi toplamam lazım, öneriyi
kabul etmeyip içten içe çektiğim hıçkırıklarla kan vermeye gidiyorum. Orada da
öncelik benim.
Aynı etten duvar, aynı cezaevi aracı, aynı hayal kırıklığı
ile dönüyorum koğuşuma. Bir farkla bileklerim kelepçeden tahriş olmuş, yüreğimle
birlikte acıyor.
Çok güzel olmuş Çok beğendim başarılarınızın devamını diliyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim
SilGönlünüz bir daha hiç keder yaşamasın. Hem güldüm, hem ağladım. Hürmetlerimi sunuyorum🌹
YanıtlaSilElinize sağlık hocam çok güzel olmuş sona doğru duygulandırdı baya..
YanıtlaSilTeşekkür ederim
SilHer zaman ki gibi müthiş bir anlatım yaşadım resmen
YanıtlaSilSizin için her şey
SilYüreğinize sağlık
SilHayal edilen gerçekte olan bi insanı iki olayı böyle bağdaştırması kalem gücüyle alakalı bir daha kalem tutan elleriniz başka hiç bir şey tutmak zorunda kalmasın kaleminiz sizin gibi güzelleşerek ilerlesin
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim güzel dilekleriniz için
SilÇok teşekkür ederim değerli yorumlariniz için
YanıtlaSil
YanıtlaSilDil yiğit elinde bir kılıç gibidir.
Yüreğinize sağlık Rabbim bir daha yaşatmasın kardeşim
Teşekkür ederim sag olun
SilAynı olaya iki farklı bakış...Anlatımını beni çok etkiledi..... Devamını bekliyoruz..
YanıtlaSilDevamı gelecek
SilHer duyguyu dersinden hissettiren bir hikaye, kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBöyle şeyler yasamayanlar yasayanlari asla anlamazlar okurken yasamis kadar oldum emeginize saglik ögretmenim
YanıtlaSilBu arada sizi takibe aldım, beklerim.:)
YanıtlaSil👍
Sil