Ana içeriğe atla

YAŞADIKLARINIZI HAYALLERİNİZLE GÜZELLEŞTİRİN


gecenin hayal kırıklığı - uludağ sözlükGERÇEKLER HAYAL OLDU

Bu gün çok önemli bir gün.
Heyecanla beklerken masamdaki telefon çalıyor;  sekreter, “ Efendim biraz sonra çıkacaksınız, korumalar hazır, sizi almaya geliyor,” deyince telefonu kapatıp hızlıca son hazırlıklarımı yapıyorum. Uzun süredir bu konumdayım ama ilk randevuma gidiyorum. İyi görünmeli, bu anın tadını çıkarmalıyım.
Korumalar eşliğinde binadan çıkıyorum. Bütün korumalar çok dikkatli, küçük uyarılarla bana yön vermeye çalışıyorlar. “Dikkat edin, sağa sola bakmadan çabuk ilerleyin, konuşmayın….” Benim için bu kadar korumaya gerek var mı?”  diye düşünürken binadan bir iki kişinin daha çıktığını fark ediyorum. Sonuçta birçok önemli kişiye ev sahipliği yapıyor bina bu durum gayet normal. Binadan çıkmadan önce görevlilerden biri adımı sorup elindeki listeden kontrol ediyor. X ray cihazından geçtikten sonra bileğime bir takip cihazı takılıyor. Hiçbir şekilde beni kaybetmeyi, benimle olan temasın kesilmesini, benden uzaklaşmayı göze alamazlar. Kendimi önemli hatta vazgeçilmez hissediyorum o an da. Görevli cihazın ayarlamalarını yapıp sinyal gücünü artırıyor. Mutluluğu, içimdeki öz güven patlamasını, gururumun nasıl okşandığını anlatamam.
Korumalar eşliğinde biniyorum araca. Kurşungeçirmez araçta sadece ben varım. Binadan ayrılan diğer kişiler başka araçlara bindirildiler sanırım. Korumalardan biri şoförün yanına oturuyor. Araç, oldukça özel bir araç. Oturduğum an da kapı kapanınca fark ediyorum; şoförle aramızda bir kapak var, şoförü görmem ya da duymam mümkün değil, dışarı ile olan tüm bağlantım küçük bir pencereden ibaret. Üzerime örtülen kapı ile araç kapısı arasında küçük bir koridor oluşuyor. Diğer korumalar buraya bindiler.  Araç sinyal kesiciler ile donatılmış. Herhangi bir terör saldırısını önlemek için bütün önlemler alınmış. Bulunduğum konumun önemi düşünülürse az bile bunca tedbir. Beni yol boyu takip edebilmek için bulunduğum bölmeye bir kamera yerleştirilmiş.  Her halim gözetim ve koruma altında.
Oturduğum bölümde iki sıra koltuklar var. Uzansam, ayaklarımı uzatsam, yayılarak otursam fark etmez. Bana özel, benim için dizayn edilmiş. Bu ilk resmi ziyaretim, ilk randevum. Heyecan, mutluluk, içimdeki haz, onurumun bu denli okşanması… Gözümden süzülen damlalara engel olamıyorum. Emeklerim, gayretim, çabalarımın karşılığı bu olsa gerek.
Resmi kuruma geldik. Korumalar etten duvar örmüşler. Binaya arka kapıdan giriş yapıyoruz. Sürekli sesler yükseliyor. “Bu taraftan gelin efendim. Sakın kimseyle temasa geçmeyin,” Görüşme öncesi özel bir odaya alınıyorum. Halktan birinin bir bakış, bir söz, bir hareketi ile gördüğüm bunca ilgi ve alakayla incelen ruhum incinebilir. Aynı etten duvarlar eşliğinde görüşme odasına alınıyorum. Koridor boyunca görüşme için bekleyenler bana bakıp kendi aralarında fısıldaşıyorlar. Haklılar tabi. Kim bilir kaç saattir bekliyorlar bir görüşme için. Onlar beklerken onlardan önce görüşme odasına giren kim?
Görüşme odasına iki koruma ve bir görevli ile birlikte giriyorum. Korumalardan biri, konumumu belirtiyor hemen. Görüşme için beni bekleyen kişi bunun önemli olmadığını söylüyor. Nasıl yani? Bunca tedbir, ilgi, alaka boşuna mı? Ne sanıyor kendini? Göreve başlamadan yaptığı yemini hatırlatıyor,” her birey özel olmalı” diye ekliyor. Haklı aslında.
Görüşme sonrası birkaç evrak veriyor, imzalanması gereken. Odadan çıkıyorum, heyecandan kalbim duracak gibi. Derince bir nefes almaya çalışıyorum ama nefesimi ne almaya ne vermeye gücüm yetmiyor. Kendimi toparlamalıyım yoksa korumalar panikleyecek. Zaten ne olduğunu anlamaya çalışıyor, oradan oraya koşturuyorlar. Evrakları imzalatıp aynı güvenlik tedbirleri eşliğinde dönüyorum.  Normal zamanda böyle bir görüşme için günler öncesinden randevu alıp, saatlerce,  görüş öncesi koridorda ayakta, sandalyede tıkış tıkış insan kuyruğunda beklemek gerekirdi.  Sonrasında imzalanacak evraklar için mesai saati dolar ertesi gün aynı çile yeniden çekilirdi. Oysa bu gün yıldırım hızında ilerledi işler. Ne demişler “ Ye kürküm, ye!”

Ne yaptım Ben?

Koğuşun megafonundan yükselen sesle hareketlerim hızlanıyor, bekletirsem kızarlar. “ Hastaneye gidecek olanlar, hemen hazırlanın, beş dakikaya çıkıyorsunuz!”
X- ray cihazından geçip, kimlik bilgilerimi soran askere cevap verirken başka bir asker bileklerime kelepçe takıyor.  Metal kelepçeyi bileklerimde hissedince yüreğim kabına sığmıyor.  Ağlıyorum ama nefesim çıkmıyor, sesim duyulmuyor. Asker niçin ağladığımı soruyor; bir zaman kalem tutan ellere bu kelepçe de ne? Anlamıyor.
Cezaevi aracına bindiriliyoruz. Demir kapı üzerime örtülüp bir de kilit sesini duyunca yavaşça oturuyorum. Bulunduğum bölmede küçücük bir pencere, dışarıda hayat devam ediyor her ne kadar benim için bitmiş olsa bile…
Kelepçelerin soğukluğunu hissettikçe kalbimin bir kuş misali çırpınışları canımı yakıyor. İlk kez takılan kelepçe boynuma takılmış bir iftiranın simgesi gibi, boğuyor beni.  Dualar eşliğinde ağlıyorum. Ne geçtiğim yolları merak ediyorum, ne yeşili görmek istiyorum.
Hastaneye morg kısmından giriş yapıyoruz. Sürekli uyarılar yapılıyor,” Bakma, yürü, bu tarafa geç!” Hastanenin nezarethanesine getiriliyoruz. Diğer mahkumların hepsi erkek olunca beni komutanların odasına alıyorlar. Bayan gardiyanlardan biri de gelmiş. O hangi araçla geldi bilmiyorum. Komutanların anlam veremediğim bakışları altında askerlerin giriş işlemlerini yapmasını bekliyorum. Beklerken de ağlıyorum;  bir film sahnesinden kare olarak bile zihnimde yer etmeyecek bu anı ömrüm boyunca unutamayacağımı, her hastaneye gelişimde hatırlayacağımı biliyorum.
Nezarethaneden doktorum muayene odasına giderken bir yanımda gardiyan bir yanımda asker önümde arkamda yürüyen askerler, doktor sırası bekleyen hastaların “cık cık “ sesleri.  Kiminden yükselen “oh olsun!” deyişleri. Neden “oh olsun! “ Ne yaptım ben? Ülkeme hizmet etmek, iyilik yarışında öne geçmek dışında, ne yaptım?
Doktorun odasına iki asker ve gardiyanla girip, şikayetlerimi anlatırken gardiyan tutukluluk sebebimi ima etmeye çalışıyor. Doktorun tutumu net: “ Bizim için bütün hastalar eşittir. Mevki, mertebe, mahkum fark etmez.” Minnettar gözlerle bakıyorum doktora. Gayet dikkatli dinliyor beni. Hala ellerim kelepçeli. Kan tahlili için odasından çıkınca ağlama krizine giriyorum, mide bulantısı, öğürme artınca odasından çıkıp geliyor doktor, sakinleştirme öneriyor. Bir yatağa kelepçeli yatamam, hemen kendimi toplamam lazım, öneriyi kabul etmeyip içten içe çektiğim hıçkırıklarla kan vermeye gidiyorum. Orada da öncelik benim.
Aynı etten duvar, aynı cezaevi aracı, aynı hayal kırıklığı ile dönüyorum koğuşuma. Bir farkla bileklerim kelepçeden tahriş olmuş, yüreğimle birlikte acıyor.
                       

Yorumlar

  1. Çok güzel olmuş Çok beğendim başarılarınızın devamını diliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Gönlünüz bir daha hiç keder yaşamasın. Hem güldüm, hem ağladım. Hürmetlerimi sunuyorum🌹

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık hocam çok güzel olmuş sona doğru duygulandırdı baya..

    YanıtlaSil
  4. Her zaman ki gibi müthiş bir anlatım yaşadım resmen

    YanıtlaSil
  5. Hayal edilen gerçekte olan bi insanı iki olayı böyle bağdaştırması kalem gücüyle alakalı bir daha kalem tutan elleriniz başka hiç bir şey tutmak zorunda kalmasın kaleminiz sizin gibi güzelleşerek ilerlesin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel dilekleriniz için

      Sil
  6. Çok teşekkür ederim değerli yorumlariniz için

    YanıtlaSil

  7. Dil yiğit elinde bir kılıç gibidir.

    Yüreğinize sağlık Rabbim bir daha yaşatmasın kardeşim

    YanıtlaSil
  8. Aynı olaya iki farklı bakış...Anlatımını beni çok etkiledi..... Devamını bekliyoruz..

    YanıtlaSil
  9. Her duyguyu dersinden hissettiren bir hikaye, kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  10. Böyle şeyler yasamayanlar yasayanlari asla anlamazlar okurken yasamis kadar oldum emeginize saglik ögretmenim

    YanıtlaSil
  11. Bu arada sizi takibe aldım, beklerim.:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

NELER ÇEKTİĞİMİ, NEREDEN BİLECEKSİNİZ?

  VİCDANIM NEREDESİN? Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz! Dilindeki bu satırlar yüreğini yakarken, elleri paltosunun cebinde, başı yerde yürüyordu. Hava soğuktu, belki de değildi de O üşüyordu. Elleri terlemiş miydi, yoksa yıkadıktan sonra kurulamamış mıydı? Ama evden çıkmadan yıkamıştı. Uzun zamandır yürüyordu. Çoktan kurumuş olmalıydı. Soğuktu, üşümüyordu, elleri terliyordu. Kimse Onun ne çektiğini bilmiyordu. İhanetin bedeli bu muydu? Yoruldum, çok yoruldum. Siz benim neler çektiğimi, Nereden bileceksiniz Bir şarkı duydu, dilinde dolanan cümleye ait. Sesin geldiği yeri aradı gözleriyle. Kim söylüyordu? Yakında bir yerlerde cafe mi vardı ya da eğlence merkezi? Oradan geliyor olmalıydı ses. Bakındı. Fakat önünde uzayıp giden yol boyunca bir kaç bahçeli ev dışında bina yoktu. " Evlerden birinden geliyor olabilir mi bu ses?" diye düşündü. Geride kalan evin bahçe duvarının önüne geldi, dinledi. Ses seda yoktu. Yürümeye devam etti. Yürürken ses...

GİDENLERİN ARDINDAN

HASRETİN ADI: SEN Mevsimlerden hüzün, Günlerden sensizliğin ertesi, Havada hafif bir çilek kokusu… Bahar sanki sen kokuyor, seni solukluyor. Esen ılık rüzgar senin kokunu getiriyor. Yokluğunda günleri sayıyorum, her bir güne, binlerce hece, hasret yüklüyorum. Sen yokken biraz umut biriktirdim geleceğe dair, biraz da hüzün; koca bir sessizlik… Sen yokken rüzgarlara söz verdim;   kokunu unutmamak için. Esen rüzgarlarla, her nefeste, seni içime çekmek için. Kuşlara söz verdim, bizim şarkımızı birlikte söyleyeceğimiz günü beklemek için. Seninle başladı her şey; hayatı seninle yudumladım, içimdeki kuşlar özgürlüğün tadını seninle yakaladılar. Gece mehtabım oldun yolumu aydınlatan, gündüz güneşim oldun içimi ısıtan. Bir “iz” oldun benliğime, ben nereye gitsem benimle var olan. Şimdi sensizliği solukluyor benliğim, kuşlarımın kanatları kırıldı. Uçmak için çırpınışları nafile, sonuç vermiyor. Gecenin karanlığında, kuşlarımın kanatlarında yıldızları topluyorum birer birer...

Antika İskemleler

Antika İskemleler   ANTİKA İSKEMLELER Hatırlar mısınız? Eskiden, oturduğunuz mahalleye biri gelip adres sorsa, adresi tarif etmek yerine,   kişiyi alır sorduğu adrese kadar götürürdük. Hem herkes birbirini tanır hem gelen yabancı zorluk çekmesin diye uğraşılırdı. Tabi adres sorulduğu anda içilen çaydan, yenilen pastadan mutlaka ikram edilir hatta ısrar edilirdi. Yanımızdan bir ambulans geçse tanımadığımız hasta için dua etmeye başlar, şifalar dilerdik. Günler geçti; dünya ile birlikte bizler de büyüdük. Globalleşen dünya düzeninde birçok değerlerimizi yitirdik. Çok değiştik. Bir firmada genel müdür olarak görev yapan değerli bir girişimcinin” İKNACI”   adlı kitabını baskıya girmeden önce okuma fırsatı yakaladım. Kitapta denk geldiğim bir hikâye ilk bakışta ikna ile alakası yok gibi gözükse de usta bir dokunuşla konunun özüne bağlanmış. Ama ben “Antika İskemleler” hikâyesini okuduğum zaman kaybettiğimiz ve her geçen gün daha çok hasret çektiğimiz değer yargılarımız...